“Bunlar da Istanbullar’dan gelmisler.” dedi kadin komsusuna. Sessiz olmaya calisiyordu mümkün oldugunca. Istanbullular yaklasiyordu cünkü. Duyulsun istemiyordu. Utanma, cekinme, adi ne olursa olsun, bu duygu onu sessiz konusmaya itiyordu. Alisik degillerdi ne de olsa kasabalarina büyük sehirlerden birilerinin gelmesine. Bu gelenler, gelmeyi de birak, yerlesmislerdi üstelik. Bu durum da onu ve mahalledeki herkesi cok tedirgin ediyordu. Bu sebeple, ne zaman disarida görseler bu yabancilari, belli etmemeye calissalar da cekinip seslerinin seviyesini düsürüyor, konustuklarina daha da dikkat ediyorlardi.

Adi Nermin’di, konusan kadinin. Orta yasina gelmis, artik yavas yavas menopoz yaslarina geldigi icin eskisi gibi degildi. Ne kocasi, ne de cocuklari anlam veremiyorlardi artik yaptigi kimi seylere. Cabuk sinirleniyor, cocuklarina bunu belli edebilse de, kocasina kizdigini göstermeyi gözü kesmiyordu.

Bugüne kadar hep oldugu gibi, hala kocasindan korkuyordu. Zaten görücü usulü ile evlenmislerdi. Basta sevmese de kocasini, sonralardan alismisti. Kol kanat geren, koruyan, öyle böyle eve ekmek getirebilecek kadar isi olan bir adamdi Salim. Cocuklari icin, cok nadir de olsa arada sirada dayak da yiyordu kocasindan. Ama atalarindan, ninelerinden gördügü gibi, itiraz etmeden, “Sever de, döver de” diyerek devam ediyordu hayatina. Zaten sabahlari televizyonlarda cikan programlardaki kadinlari da cok garipsiyordu. Gerci artik az-cok alismisti bu duruma. Ama yine de o kadinlar ya sadakatsiz, ya sabirsiz, bazen de erkeksi geliyordu Nermin’e.

Cocuklar dese, ayri alemdi. Bir oglu vardi Salim ve Nermin’in. Oglu Refik, Nermin’e benziyordu. Gecen yil üniversite sinavina girmis, pek basarili olamamisti. Bu yil tekrar deneyecekti. Eger Izmir’de bir üniversite kazanamazsa askere gidecekti. Ailesi,  maddi acidan, onu sehir disina gönderebilecek kadar iyi durumda degildi. Sonra da babasinin yaninda ise baslayip, dükkani cekip cevirecekti. Bu sekilde bir hayat bicilmisti ona. Kendi de memnundu aslinda. Bugüne kadar yaptigi gibi, hic sorgulamamisti. Sorgulayamazdi da zaten. Bir kere denemisti, onda da agzinin payini almisti. Kaldiklari kasaba kücük yerdi sonucta, herkes herkesi taniyordu. En ufak bir sey, agizdan agiza yayiliyordu. Bir keresinde, sokakta yürürlerken babasiyla ayni fikirde olmadi. Yerin kulagi vardi ya, yayildi. Babasinin kulagina gitti, kahvedekiler sagolsun. Ama Salim hic kizmadi ogluna. Tipki daha önceki olaylar gibi, o da bir sekilde kayboldu, gitti.

Tüm bu ruhsal gelgitleri anlayan tek kitle ise, yaslari ona yakin olan komsulariydi. Onlar da benzer sorunlar yasadiklari icin, onu cok iyi anliyorlardi. Bu zamanlar, hepsi icin zordu. Bu zorlugu atlatmak icin, haftada bir kac gün yaptiklari ikindi vakti sohbetlerini Pazar disinda her güne cikardilar. Ne de olsa Pazar günleri tatil günüydü ve kocalari evde oluyordu. Onlar kahveye giderlerse, Pazarlari da görüsüyoralrdi, ama bir düzeni yoktu bunun.

Iki adamin Zere Sokak’a dogru dönüp denize inen yola girmesinin ardindan yan komsusu Zeliha, Nermin Hanim’a cevap verdi: “Hee” dedi. “Is mi ne kurmuslar. Deli bunlar ayol!”