Bugün, benim gibi tüm Galatasaraylılar için özel bir gün. Nedeni, her yerde yeterince açık olarak belirtiliyor, o yüzden detaya girmeye gerek yok. Ali Sami Yen cehennemi, bugün Galatasaray tarihindeki son gününü yaşayacak ve çok daha büyük, çok daha modern, sakatlanan futbolcular böbreklerini üşütmesin diye alttan ısıtmalı sahası olan bir stadyuma taşınacak. Eminin ki orada da nice zaferlere imza atılacak. Ama o köhne stadyum olan Ali Sami Yen, herkesin aklında bir başka kalacak…

Her ne kadar ben defalarca gidip orada o atmosferde maç izleyebilmiş olsam da, benim kadar şanslı olmayan ve İstanbul dışında yaşayan Galatasaraylılar bile fırsat bulup da şehirlerinde maça gittiklerinde “Burası Sami Yen, burdan çıkış yok!” diye bağırdılar hep. Ali Sami Yen, her yerde Ali Sami Yen oldu bugüne kadar. Belki TT Arena’da da öyle olacak. O ruh, son zamanlarda azalmış olsa da, orada da devam edecek, biliyorum.

Benim Ali Sami Yen deneyimim, çok eskilere dayanıyor. Gerek Şampiyonar Ligi, gerekse Türkiye’de bir çok maçı oradan izleme şansım oldu. “Taraftar” olduğuma inansam da, benden daha taraftar bir çok arkadaşım, büyüğüm, küçüğüm var. Onlara saygısızlık etmeden, yalnızca kendi yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum. Hem bugünün anısına, hem de ileride dönüp bakmak için. Ama tabi ki, bir çok şey var orada yaşanmış. Milan maçı olsun, meşale şovu olsun, üçlüler, marchant eşliğinde maç öncesi atkı şovları, ve diğerleri…

Sami Yen, çocukluğumdan beri beni hep çok heyecanlandırdı. Bir çok maç izledim, Sami Yen Sokak’ta maç öncesi tezahürat yaptım,Burger’da yemek yedim, 500 ile eve döndüm ama hiç 120 numaralı belediye otobüsüne su atmadım(çok şükür). Bu anıların bir kısmına değineyim istiyorum.

Başlangıç olarak, bende en çok etkisi olan anlardan birine değineyim: Atkı şovları. Marchant isimli kızılderili marşı eşliğinde, her maç öncesi yapılan bir şovdu, bir maç öncesi ritüeliydi. “Alemin kralı geliyor” gibiydi. Sonradan bir şekilde yok oldu. Keşke hala olsa. O atmosfer, yaşanmadan bilinemez…

Maçlara geçersek, aklımda kalan bir maç var ki, kimse unutamaz onu: Real Madrid’e karşı oynanan Şampiyonlar Ligi çeyrek finali. İlk yarı 2-0 gerideyken, ikinci yarı 3-2 önde bitirdiğimiz, üzerine bir de 4. golü attığımız ama ofsayt diye verilmeyen maç.

Oradaydım:

Bunun dışında, 1-2 kaybedip şampiyonluğu kaçırdığımız Ankaragücü maçı da benim ve Galatasaray açısından önemlidir. Emre Belözoğlu’ndan Fenerbahçe’ye gittiği için değil, o maçtan sonra nefret etmeye başladım. Oyna(ma)dığı oyunu gördüm. Okan da aynı şekilde. Emre’den ne kadar nefret ediyorsam, Okan’dan da o denli nefret ederim. Yalan yok. Takımını satan adamlarla işim olmaz… Maç sonunda, ağladığımı da biliyorum. Maçın görüntülerini bulamadım, ama hatırlayanınız vardır.

Aklıma yalnız gelen başka maç yok. Aslında Sami Yen anılarımın çoğu, kombine kart sahibi olduğum, 2005 - 2006 sezonundan. Bu sezon boyunca, Çağlar ve MErt ile gittiğimiz bir çok maçta bir çok anı topladım.

Anılardan tarih olarak sonuncusu, ama önem olarak açık ara birincisi, 16 dakikalık uzatmayla gelen şampiyonluk. O maça gidip gitmeyeceğim şüpheliydi, ama sezonun son maçı olması nedeniyle gitmeye karar vermiştim. Kayserispor’u 3 farkla yenerken, maçın sonlarına doğru Denizli’nin öne geçmesi, Sonra Fenerbahçe’nin beraberliği yakalaması zaten yeterince havayı germişti. Tribündeki tek ses, nefes sesi ve sağ üst çaprazımızdaki amcanın radyodan dinlediği Denizli-Fenerbahçe maçı idi. Diğer maç 1-1 bitince, zaten film koptu. En son Sami Yen çimlerini öpüyordum. Bir de dönüş yolunda, belediye otobüsü içinde yanan meşale var ki, o da ayrı olay…

Oradaydım:

Bunların dışında da aslında çok anı var, ama çok uzatmak istemiyorum. İsteyen buradan biraz daha fazlasına, kısa kısa da olsa, ulaşır zaten… Yazamıyorum, hisliyim bugün, Sami Yen’e veda ediyor takımım.

Benim içinde bizzat olmadığım, ancak televizyondan takip ettiğim bir anı daha var. Bunu yazmamak olmazdı. Bu andan sonra, Türkiye’de tribün adına her şey değişti. Melale yasaklandı ve daha iyisi olmadı…