Aslında her şey, yaşanmış çeşitli olayların sonucu galiba.
Mesela ben, uzunca bir süredir yalnızım. Bu cümlenin bir çok anlamı olabilir: Yalnız yaşamak, aileden uzak olmak, arkadaşlarından uzak olmak, arkadaşlarına yakın olmak ama çok görüşememek, karşı cinsten biriyle duygusal olarak bir birliktelik içinde olmamak, birliktelik olsa bile bu birlikteliği bir arada yaşamamak, vb. Benim yaşadığım yalnızlık ise bunların tamamı olarak değerlendirilebilir (Zihinlerde canlanamayacak tek kısım arkadaşlık ile ilgili olan kısım olabilir. Ona açıklık getirmek gerekirse, bir süre önce terk ettiğim eski hayatımda bıraktığım arkadaşlarım ve şu anki hayatımda bulunan ve bu bulunma durumunun iş/okul gibi çeşitli nedenlerle fiziksel ya da ruhsal bağlamda sekteye uğraması durumu düşünülmelidir).
Bu total yalnızlık durumu, aslında benim verdiğim çeşitli kararların sonucu. Ve her şeyin başı, egoist ve benci bir tavır olarak da görülebilecek bir süreç olan yurtdışında gerçekleşmiş olan ve bir süre önce sona ermiş olan yüksek lisans tercihim.
Bu tercih, neleri değiştirdi? Aslında temelde hemen her şeyi değiştirdi. Örneğin, ailemle birlikte sürdürmekte olduğum yaşantım, bir anda tam zamanlı bir yalnız yaşama dönüştü. Evet, arada sırada gerek benim gitmem, gerekse ailemin gelmesiyle bir bakıma şehir dışında yaşamaktan çok da farklı olmasa da, şehir dışındaki ama yurt içindeki yaşantının sosyal bağlamda eski hayata oldukça yakın olması, bu durumun şehir dışında ancak yurt içinde yaşamaktan ayrılmasına yol açıyor.
Yeni hayata atılan bu ciddi adıma bağlı olarak geride bırakılan hayat ve bu hayatın devam etmesi durumu, aslında insanın yaşamadan bilemeyeceği ve bilmek de istemeyeceği bir durumu ortaya çıkarıyor: başkalaşma ve ötekileşme. Eski bir hayatın içinde bulunduğunuzda, o hayat sizinle ve çevrenizdeki insanlar ve olaylarla devam ederken, siz bu hayattan çıkıp da başka bir hayata saptığınızda, anılarınız eski hayatınızın bıraktığınız safhasında sıkışıp kaldığından, o hayatın devam etmesi, sizin çok da farkında olamadığınız bir durum oluyor. Ancak, bunun tam tersine, o çıktığınız eski hayat, aslında olanca hızıyla devam ettiğinden, gerek aileniz, aile çevreniz, yakın çevreniz ve uzak çevreniz gibi çemberlerde içten dışa doğru azalan bir silinme yaşıyorsunuz. Bu ne demek? Bu, arkadaş çevrenizin sizden çok zaman geçmeden yavaşça ve derinden uzaklaşması demek. Bunu, size yakın olan insanların dışındaki tüm insanlar için tümevararak kabul ettiğimizde ise, ortaya çıkan sonuç, benim mantığımın aldığı seviyede şu şekilde: Çember ne denli genişse, o kadar kolay dağılıyor.
Peki, bunların nazarında düşündüğümüzde, ikinci tip yalnızlık şöyle açıklanabilir mi? Siz bir hayattan çıkıp gittiğinizde ve ara sıra dönüp baktığınızda gördüğünüz eski anıların, eski yaşanmışlıkların kalmadığını görmek de aslında bir bakıma yalnızlık olmuyor mu? Yani, eskiden sizin arkadaş çevreniz denen sosyal çemberde olan insanlar, kısa bir süre sonra çekimden ayrıldığı için, siz daha da yalnızlaşmış sayılmıyor musunuz?
Bir diğer konu ise, girilen yeni hayattaki yalnızlığınız. Aslında her şey, o hayata başladığınızda başladı. Yeni bir şehirde, genellikle yalnız başladığınız yolculuğunuzda, bir süre sonra karşınıza çıkan ve hayatınıza (ne sıfatla olursa olsun) giren/girmiş olan/girecek olan insanların aslında bir süre boyunca yeterli derecede yakın olmaması dolayısıyla, eski hayatınıza göre bir yalnızlık yaşamıyor musunuz? Bu yalnızlık durumuna, yaşadığınız yere bağlı olarak eklenen zamansal ve mekânsal sorunlar da bu durumu aslında zorlaştırmaktan öteye gitmiyor mu? Yani, eğer çok çalışılması gereken ve bu bağlamda insanların başka şeylere daha az zaman ayırdığı kentlerde birbirleriyle arkadaş olan ancak yeterince birlikte zaman geçirmeyen insanların toplamını düşününce, yalnızlık durumunun ortadan kalkmadığı savunulabilir sanırım.
Bu noktalara ek olarak, hayatınızda sevginizi paylaşabileceğiniz bir kişinin olmaması sonucu oluşan yalnızlık durumu da aslında tüm bu anlatılanların toplamı kadar rahatsız edici bir durum. Çünkü, insanlar yüzyıllardır bir eş sahibi olarak hayatlarını devam ettirmişlerdir. Bu, hayvan olmanın gerektirdiği koşullardan biri olan üreme durumuyla doğrudan bağlantılı olsa da, duyguların devreye girmesiyle insanların birbirleriyle paylaştıkları anların varlığı açısından da gereklidir. İşte benim de şu an en çok sıkıntı çektiğim yalnızlık şekli, budur. Zira uzun bir zamandır –ki gerçekten uzun sayılabilecek bir zamandan bahsediyorum- bir sevgili, kız arkadaş ya da adı her ne ise, bu konumda bir insan hayatımda yok. Zaman zaman küçük olasılıklar olsa da, henüz tam anlamıyla bir durum söz konusu değil. Ancak son günlerde “belki” dedirten olayların yaşandığını da göz önüne alırsak, durumun bundan sonraki gelişimi konusunda bir yorum yapmak çok da doğru değil.
Tüm bu yazdıklarım, sadece benim gördüğüm/hissettiğim şeylerin özeti aslında. Ben ne bir sosyolog, ne de bir psikoloğum. Bu yüzden de, yazdıklarım belki doğru, belki de değil. Ama bu blog benim için bir rahatlama ortamı. Bu yüzden de doğru olup olmaması çok da önemli değil aslında.
Biterken “Karmate - Nayino” çalıyordu…