Bir önceki yazıda bahsettigim bir kitap var. O kitabın bir yerinde “Sen benim gardaşımsın. En son seninle bir garda sarılmıştık” diyor yazar.

Bu cümle benim aklıma kimi düşünceleri getirdi. Bunun nedeninin bir süredir haftada en az iki kez uzun mesafe tren yolculuğu yapıyor olmam ve bunun yani sıra da şu an trende olmam olması kuvvetle muhtemel. Bahsedeyim:

Babamla iyi anlaşırız (Hayatımın kimi kısımlarında biraz olsun sorun yasamadım değil, ama hayatın en normal şeylerinden biri baba-oğul çekişmeleriyken bunun olmaması garip olurdu zaten). Bu nedenle de onunla sık sık çeşitli konularda konuşuruz.

Bunların başında da eski İstanbul ve o dönem yasamı geliyor. Ben ne zaman İstanbul’dan laf açsam konu onun zamanındaki İstanbul’a geliveriyor. Dolayısıyla insanların işe giderken kullandığı Beşiktaş vapuruna (Bu yüzden bilirim Beşiktaş İskelesi’nin hiçbir zaman Beşiktaş’ta olmadığını)…

O zamanlar insanlar aynı saatte aynı vapura biner, o vapurda tanışır, sohbet ederlermiş. Hatta annem ve babam da aynı saatlerde kalkan Üsküdar - Beşiktaş vapurunu kullanmışlar, daha ortada hiçbir şey yokken. Birlikte işe gidip gelirlermiş. Yakın mahallelerin çocukları imişler ne de olsa.

Artık o ülkede yaşamıyorum. O yüzden de şu an yaşadığım ülkenin dinamiklerini benimsemiş durumdayım (aksi zaten nasıl mümkün olabilir, “uyumsuzluk” deniyor adına). Yani uzun yolları törenle alıyorum. Ve iş için uzun yollar alıyorum. Bu durum burası için çok ama çok normal. İnsanlar genellikle tren kullanıyorlar ve uzun yollar alıyorlar.

Şimdilerde farkettiğim bir detay var. artık yüzleri taniyorum yavaş yavaş. Elinde bavul olan ve garda bekleyen insanların hemen hepsi her Pazartesi aynı yerlere gitmek üzere aynı gardan aynı saatte yola çıkıyorlar. Yani bir sürü “gar”daşım var artık.

Tüm bu eski İstanbul hikayelerinin gerçekleşmesi yolundaki tek sorun, insanların bizim insanlar kadar sıcak olmaması.

20111212 08:05